23 Nisan 2013 Salı

"Oyunlarla Yaşayanlar"


“ SAADET NİNE: Hep böyle yapıyorsunuz. Hep, daha önce yapmıştık, daha önce yaşamıştık diyorsunuz. Aklımı karıştırıyorsunuz. Uyumak istiyorum, daha önce uyumuştun diyorsunuz. Her şey daha önce olmuş.” s.14
*
“ SAFFET (yapmacık bir telaşla): Aman felsefe yapma!
  COŞKUN: Yapacağım. Ve düşüneceğim. Ülkemizde suç sayılan ne kadar şey varsa hepsini yapacağım.” s.17
*
“ EMEL (bir şey hatırlamış gibi güler): Bu sanatı ciddiye alanlar da var. Saffet’in bir arkadaşıyla tanıştım... (Birden susar.)
  SERVET: Ne oldu?
  EMEL: Hiç. İyi bir insan. (Durur.) Oyunlar yazıyor.
  SERVET: Oyun mu yazıyor? Neden bana haber vermediniz? Nasıl yerli oyun sıkıntısını çektiğimi bilmiyor musunuz?
  EMEL (çekinerek): Canım kısa denemeler yapıyor henüz. (Kendi kendine) Nerden başladım bu söze?
  SERVET: Denemeler mi yazıyor? Sanki ötekiler başka bir şey mi yapıyor? (Kararlı) Bu genç adamla tanışmak isterim.
  EMEL (gülümser): Çok genç sayılmaz.
  SERVET: Daha iyi. Çünkü şimdi bütün gençler sanata karşı. (Durur.) Kendini genç sanan ihtiyarlar da sanata karşı. Herkes sanata karşı. Önce şiirden anlamı kaldırdılar, sonra müzikte melodiyi öldürdüler. Ya resim? Çizgi çizmesini bilmeyenler hemen meşhur oluyorlar. Sanatı öldürdüler!
  EMEL: Onun da pek yaşamaya niyeti yokmuş demek ki.
  SERVET: Geçen gün bir genç adam yollamışlar bana. Oyun yazarıymış. Nerde oyununuz dedim. Yokmuş. Artık oyunlardan konuşma kaldırılmış. Öyle söyledi.
  EMEL: Pandomim.
  SERVET: Yok canım, ‘İçinden anlama’ tiyatrosuymuş. Delikanlı bana bir saat nutuk çekti. (Delikanlıyı oynar.) ‘Ey küçük kafalı, küçük burjuva seyircisi! Bir bilet aldım da koltuğuma kuruldum diye bu gevşeme hakkını nerden buluyorsun? Tembel seyirciye paydos! Oyuncularımızın içinden geçenleri anlamayan senin gibi seyircilere kapımızı kapadık artık biz!’ (Durur. Üzüntülü)  Ne yapsam? (Ellerini iki yana açarak hareketsiz kalır.) Acaba ben de bostan korkuluğu reklamına mı çıksam?” s.22-23
*
“ CEMİLE: Oyun oyun. Biraz da gerçek oyunlarla ilgilensen iyi olur. Mesela benim para kazanmak, evi geçindirmek için sahneye koyduğum şu dikiş dikme oyunlarımla. Ümit’in her sınıfı iki yılda geçme oyununu düzeltsen biraz. Ya da paralarını içkiye yatırma oyununu adam etsen. Erken emekli olma oyununun bize neye mal olduğunu bir düşünsen... Ne dersin?” s.34
 *
“ COŞKUN: Özür dilerim. Çalıştığı için biraz sinirli de. Bilmezsin bu provalar...
  SAFFET: Bilirim bilirim. (Düşünür.) Bu ülkede de çalışan herkes sinirli.
  COŞKUN: Onun için çalışmıyorum artık. Onun için evden çıkmak istemiyorum. Her gün yollarda ve vasıtalarda gergin yüzler, düşmanca bakışlar, insanı her an tedirgin eden...” s.35
*
“ COŞKUN: Ey zavallı milletim dinle! (Durur.) Şu anda hepimiz burada seni kurtarmak için toplanmış bulunuyoruz. Çünkü ey milletim, senin hakkında, az gelişmiştir, geri kalmıştır gibi söylentiler dolaşıyor. Ey sevgili milletim! Neden böyle yapıyorsun? Neden az gelişiyorsun? Niçin bizden geri kalıyorsun? Bizler bu kadar çok gelişirken geri kaldığın için hiç utanmıyor musun? Hiç düşünmüyor musun ki sen neden geri kalıyorsun diye durmadan düşünmek yüzünden, biz de istediğimiz kadar ilerleyemiyoruz. Bu milletin hali ne olacak diye hayatı kendimize zehir ediyoruz. Fakir fukaranın hayatını anlatan zengin yazarlarımıza gece kulüplerinde içtikleri viskileri zehir oluyor. Zengin takımının hayatını gözlerimizin önüne sermeye çalışan meteliksiz yazarlarımız da aslında şu fakir milleti düşündükleri için küçük meyhanelerinde ağız tadıyla içemiyorlar. Ey şu fakir milletim! Aslında seni anlatmıyoruz. Sefil ruhlarımızın korkak karanlığını anlatıyoruz. İşte onun için sana yanaşamıyoruz. Senin yanında biz sığıntı gibi yaşıyoruz. Hiç utanmıyor muyuz? Hiç utanmıyoruz...” s.50-51
*
“ SAFFET (mahzun): Gidelim Coşkun. Hiç kimse kendi ülkesinde peygamber olamaz.” s.68
*
“ COŞKUN:...(Servet’e döner.) Biliyor musunuz, bazı geleneklerimizi ihmal etmekle nasıl çaresiz durumlara düşüyoruz. (Servet anlamadan bakar.) Canım, mesela şu ölümle-içiçe-yaşama geleneğimizi korusaydık böyle gafil avlanır mıydık hiç?
  SERVET (anlamadan): Efendim?
  COŞKUN (ciddi bir sesle, anlatır gibi): Eskiden insanlarımız ölümle yanyana, hatta içiçe yaşarlardı. Eskiden ölüm, küçük mezarlıklarıyla evlerimizin bahçelerine kadar sokulmuştu. Bu durum bir ihmal sonucu doğmamıştı: İnsanlarımız buna bilerek izin vermişlerdi. Hatta bu konuda ölümü teşvik etmişllerdi bile diyebiliriz. Her sokakta ahretin bir şubesi açılmıştı. Her şey belirli bir düzen içinde yürütülüyordu: Parmaklıklı pencereler, taş duvarlar, bu iş için özel olarak yetiştirilen serviler... ve her biri, temsil ettiği insana benzeyen o güzelim mezar taşları... (Başını sallar.) Hayır, hiçbir şey tesadüfe bırakılmamıştı.
  SAFFET: Neler söylüyorsun Coşkun?
  COŞKUN: Önemli mezarlıkların belirli yan kuruluşları vardı. Türbeler, sebiller, bu ahret kurumlarına daha ciddi bir görünüm veriyordu. Bu tedbirlerin kısa bir sürede yararı görüldü: İnsanlar, ölümün görüntüsüyle böylesine samimi oldukları için hayatın anlamını bizlerden daha fazla takdir ederek yaşıyorlardı. (İçini çeker.) Bizim sokakta da şöyle iki hanelik şirin bir mezarlık olsaydı... ve her gün işimize giderken kavuklu veya sarıklı bir mezar taşıyla merhabalaşsaydık... ve çok ihtiyar bir kadının çok gecikmiş ölümü bizi böyle sarsmasaydı.” s.86-87
*
Oğuz Atay
Oyunlarla Yaşayanlar
İletişim Yayınları 1. Baskı (1985)